Bundan üç yıl önce ‘’Tayyip Erdoğan’dan önce Hz Osman’dan sonra’’ adlı bir makale kaleme almıştım. Yazıyı okuyan hocam benim böyle bir tarzda veya şekilde yazı yazmamı garipsediğini dile getirmişti. Dilim döndüğünce izah etmeye çalışsam da bu yazının bir siyasi yazı değil bir düşünce analizi yazısı olduğu konusunda hocamı bir türlü ikna edememiştim. Bu köşeyi takip edenler benim hiçbir şekilde siyasi bir yazı yazmadığımı görmüşlerdir. Yazmamamın en başta gelen sebebi, siyasetten anlamıyor olmam. Anlasam da beş senede bir hatırlanıyorum ve sözüm ancak kendime geçiyor.
Ben o yazımda insanların etrafında menfaate, çıkarlara yönelik saf tutan bazı dostların, şartlar, çıkarlar, menfaatler değişince nasıl savrulduklarını tarihimizin en acı olayı ile anlatmaya çalışmıştım.Kraldan daha çok kralcılar veya çıkarları için dost görünenler insanlık var olduğu sürece varlığını sürdürecektir. Dün bu türlü ilişkiler Hz Osman’ın etrafında gelişti. Bugün Tayyip Erdoğan’ın etrafında gelişiyor. Yarın ise başka bir muktedirin etrafında gelişecek. Muktedirler ve etrafındaki sevenleri! dostları! değişse de çıkar ilişkisine dayalı düşüncenin mantığın değişmediğine şahit oluyoruz.
Küçük kardeşimle geçen akşam yaptığımız konuşmalarımızda dünün dostlarının bugün nasıl homurdandığından veya taraf değiştirip bırakın tarafsızlığı nasıl düşman olduklarını yaşadığımız olaylar üzerinden konuşarak, neden ve niçin’lerini sorgulamaya çalışıyorduk. Üç sene önce ben bu şekilde savrulmaların olabileceğini Allahın izni ile fark edip, yazı yazdığımı söyleyince, Kardeşim dedi ki: ağabey şu maaşlara zam yapılmadan bir yazı daha yaz ve konuyu gündeme yeniden getir dedi.
Burada biz kimsenin goygoyluğunu yapmıyoruz, sadece insanların olaylar karşısındaki bireysel menfaat odaklı tutumunu örneklerle anlatmaya çalışıyoruz. Biz şunu da demiyoruz; yanlışlık, haksızlık karşısında insanların susmasını beklemiyoruz. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olmakla birlikte, en ufak bir yanlışlıkta sıkıntıda gemiyi terk etmekte farelerin işi olduğunu da belirmekte fayda var.
Allah-u Teâlâ Mülk suresi 13 ayetinde ‘’Şüphesiz Allah, sinelerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir. Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, kalplerin içindekini bilmektedir’’ buyuruyor. Şunu söylersek inşallah yanlış yapmayız. İnsanların bir kısmı sinelerinde olanı dışarı vurmayı kontrol edebilseler de bir kısmı bunu başaramayabilecek. Birçoğu gelişen olaylar karşısında içlerinde olanı dışarı çıkaracaklar ve ona göre tepkilerini vereceklerdir.
Başta Buharı ve Müslim olmak üzere birçok kaynakta geçen hadisi şerifte bir Allah resulü Hz. Muhammed (sav) ne kadar güzel demiş: “İnsanoğlunun bir ova / vadi misali (vadi kadar) malı olsa, bir o kadarını daha ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz.’’
Kuranı kerime baktığımız zaman da aynı mantığın bazı kullar ile Allah arasında da mevcut olduğunu anlatan ayetleri görürüz. Bu tür düşünceler Kuran-ı kerimde Allah-u Teâlâ tarafından da deşifre edilip eleştirilmiştir. Bunlardan biri Zümer suresi sekizinci ayetidir. Bu karakter hali Ayette ‘’İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, Rabbine yönelerek bütün benliğiyle O'na dua eder. Sonra kendisine bir nimet lütfettiği zaman, daha önce O'na yöneldiği halini unutur. O'nun yolundan saptırmak için Allah'a ortaklar koşar’’şeklinde dile getiriliyor.
Kendisini yoktan var edip sayısız nimetler veren yaratıcısını bile terk etmeyi sıradan bir davranış kabul edenlerin, dost dedikleri kişileri veya uğrunda ölümü göze aldıklarını söyledikleri davlarını, BİR TUTAM OT için terk etmelerine şaşmak kadar abes bir şey olamasa gerek.