Meşhur hadiste belirtildiği gibi “İslâm beş şey üzere kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Kâ’be’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak” tır. Bu hadis den haberi olan herhangi Müslüman, İslâm’ın ilk rüknünün Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed O’nun kulu ve elçisidir” düsturuna şehâdet etmek” olduğunu fark etmekte güçlük çekmez.
Dini üzerinde tefekkür eden ve Kelime-i Şehâdet’i getiren fert, daha sonra bu ikrarın ve kabulün zorunlu bir sonucu olarak kendi kendine şu soruyu sorar: “Şu modern asırda Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ederim» ifadesi ne anlam ifade eder?” (Bu sorunun cevabı şudur:) “Şehâdet”, üç temel ibareden oluşur:
1. “Şehâdet ederim ki”,
2. “Allah’tan başka ilâh yoktur” ve,
3. “Muhammed (s.a.v.), Allah’ın elçisidir.”
İnsanlar, hatalı bir çıkarsama sonucu, şehâdetin mücerret kuru bir laftan ibaret olduğunu ve ferdin Kelime-i Şehâdet’i yalnızca diliyle telaffuz etmesiyle Müslüman olacağını sanıyor. Bu yorum, şehâdeti, değeri olmayan alelâde bir ilan ve hiçbir derinliği bulunmayan sıradan bir söz haline getiriyor. İnsanın düşünce bağlamında ona hiçbir anlam yüklemeden, üzerinde hiç düşünmeden, onu amelle de doğrulamadan Kelime-i Şehâdet’i yalnızca dil ile ikrar ederek Müslüman olduğunu sanması ne kadar da büyük bir safdilliktir!.. Gerçi hemen hepimizin, bütün namazlardan önce okunan ezanlarda geçen şehâdeti duyduğumuzda, ondan anladığımız şey de bundan pek farklı değil!..
Şayet biz (şehâdetin anlamına uygun bir yaşamı sahiplenme konusunda) daha cesur ve daha dindar olduğumuzu iddia ediyor, ayrıca daha fazla aydınlanmak istiyorsak, şüphesiz bu iddiamıza düşüncemiz de eşlik etmelidir. Oysa biz şehâdet kelimesini telaffuz ettiğimizde, bu terkibin anlamının yalnızca “Allah vardır ve birdir” den ibaret; ulûhiyetin de salt bir ispat (olumlama) ve nefy (olumsuzlama) meselesi olduğunu sanıyoruz. Aynı zamanda getirdiğimiz bu
şehâdetin, tanrıların sayısının bir olduğuna işaret eden mücerret sayısal bir ibare olduğunu zannediyoruz. Bu da bizim şehâdeti ne denli sıradanlaştırdığımızı, ona içi boş bir söz olmaktan öte bir mana yüklemediğimizi, dahası onu içeriksizleştirip mücerret bir fikirden başka bir anlam katmadığımızı gösterir.
Hepimiz Yüce Allah’ın “bir tek” olduğu bilgisine sahip bulunuyoruz. Fakat sorarım size, bu bilgi bize ne tür yükümlülükler yüklüyor? Yine bilinç ve bireyin varlığı açısından bu bilgi ne anlam ifade ediyor? Ayrıca bu bilginin dış dünyamızdaki etkisi nedir? Cevap: Hiçbir şey! Bu, içi boş, kuru bir bilgi olmaktan öte gitmeyen, değerden yoksun bir bilgidir…
Bizler, Allah’ın bir tek olduğunu hakkıyla bilseydik, buna içtenlikle ve layıkı veçhile inansaydık, O’na hiçbir şeyi ortak koşmazdık. Şirk, Allah’ın sayısının iki veya daha fazla olduğunu kabul etmek değildir. Bilakis şirk, istek, duygu ve amaçlar hususunda Allah’a ortak koşmayı ifade eder. Halbuki bizim çoğumuzu (ortağı olmayan Allah’ın birliği, dolaysıyla da O’nun emir ve yasaklarına uygun davranma fikri değil de), dışarıda ve içeride meşrû olmayan yollardan kazanma arzusu, makam arayışı ve yetki hırsı ya da bastırılmış (şehevî) duyguların peşinden koşma gibi etkenler harekete geçirir. Bilinmelidir ki, kuru bir laftan öteye geçmeyen salt Allah’ın bir olduğu bilgisi, gerekleri yerine getirilmediği sürece, âcizlerin bilgisidir…
*Bu yazı Mısırlı çağdaş İslâm düşünürü Hasan Hanefi’nin ed-Dîn ve’s-Sevra fî Mısır adlı eserin vıı. İçinde 147-141 sahifeleri arasında KELİMEYİ ŞEHADETİN ANLAMI ÜZERİNE adlı başlıklı kısmın İnönü Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Öğretim Üyesi Doç. Dr., Mehmet KUBAT tarafından çevirisi yapılarak İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi Bahar 2012/ 3(1) 229-248 arasında yayımlanan makalesinden alıntılanmıştır.