İSRÂİLİYYÂT VE KISIMLARI-4

  • SUR YAPIIIIIII

c. Tasdik veya Tekzib Edilemeyen İsrâîliyyât (Meskûtün’ anh)

Bu tür İsrâîliyyât, İslâmi eserlerde –özellikle tefsirde- geniş yer tutmuştur. Hemen

şunu da belirtelim ki, tasdik ve tekzîb edilemeyen bu tür İsrâîliyyâta da asla müslümanların

ihtiyacı yoktur. Hemen hemen baştan sona kadar, hepsi luzümsuz söz kalabalığından, hayal

mahsülü efsanelerden ibarettir. Bunun çok kötü bir neticesi olarak, İslâmi olan pek çok şey,

özellikle İslâm’ın ikinci kaynağını teşkil eden Hadisler bir tarafa atılmış ve kitapları

doldurmuş olan bu hurâfeler İslâm namına asırlardan beri yazılmış, okunmuş, okutulmuş ve

kürsülerden hakikatmiş gibi müslümanlara anlatılmış; cemaatler bunlarla ağlatılmış ve

coşturulmuştur.

   Bunun neticesinde asıl anlatılması gereken Yüce Allah’ın Kitabı ve

elçisinin sünneti yerine bu türden haberler revaç bulmuştur. Buna bir iki misal verelim:

Birinci misal: “Bir zaman Musa kavmine: Allah sizden bir inek boğazlamanızı

emrediyor, demişti” âyetinin tefsiri ile ilgili olarak tefsir kitaplarında şöyle bir habere yer

verilir: İsrâiloğulları arasında son derece zengin bir adam vardı. Bu adamın sadece bir kızı ve

bir de yeğeni vardı. Yeğeni amcasının kızını istedi. Amcası ise yeğeninin fakirliğinden dolayı

kızını vermedi. Yeğeni buna kızdı ve: “Vallahi amcamı öldürüp kızıyla evleneceğim. Malını

ve diyetini de alıp yiyeceğim” dedi. Genç, amcasına vardı ve o esnada civarda bulunan bir

ticaret kervanına kadar gitmesi hususunda onu ikna etti. İkisi bir gece vakti yola koyuldular.

Genç, yolda amcasını öldürüp evine geri döndü. Sabah olunca, amcasının nerde olduğunu

bilmiyormuş ve onu arıyormuş gibi bir tavır takındı. Ticaret erbabı olanlara varıp:

“Amcamı siz öldürdünüz, diyetini verin” dedi ve ağlamaya başladı…

Hz. Musa onları diyet vermeye mecbur etti. Fakat olay çok enteresan olduğu için, Hz.

Musa’ nın gerçek suçluyu tesbiti hususunda Allah’a yalvarmasını istediler. Bu olay Kur’an’ın şu âyetinde dile getiriliyor: “Hani siz bir kimse öldürmüştünüz de, onun (katili)

hakkında birbirinizle atışmıştınız” buyurulur.

İkinci misal:

   Hz. İbrahim ile Nemrûd arasında cerayan eden muhtelif mücâdelelerden sonra, Hz.

İbrahim'in ateşten kurtulmasını müte'âkip, Cenâb-ı Hak Nemrûd'a bir melek gönderdi ve:

“Bana îmân edersen, seni memleketinin başında bırakırım” dedi. Bu azgın adam:

“Benden başka Rab var mıdır ki ona inanayım” diye cevâp verdi. Melek ikinci defa

onun yanına gelerek îmana çağırdı. Azgın kişi da’veti kabul etmedi. Melek üçüncü defa

gelerek da'veti tekrarladıysa da, cebbar yine îmana gelmedi. Bunun üzerine melek ona:

“Üç güne kadar ordularını topla” dedi. Cebbar ordularını topladı. Bundan sonra Yüce

Allah'ın emri ile melek, onların üzerine sinekleri musallat etti. Güneş doğduğu halde, ahâli

sineklerin çokluğundan güneşi göremiyordu. Bu sinekler, onların etlerini yiyerek kanlarını

içti, ancak kemikleri kaldı. Fakat hükümdara bir şey olmamıştı. Sonra Allah, ona da bir sinek

musallat etti. Sinek hükümdarın burun deliğinden girdi. Hükümdar hissettiği acı ve ızdıraptan

kurtulmak, sancılarını hafifletmek maksadıyla başına tokmaklarla vurduruyordu. Cebbar

böylece 400 yıl ızdırap içinde yaşadı. İki elini bir araya getirerek birden (bütün hızı ve

gücüyle) onun başına vuran kimse ona en büyük şefkat ve merhameti göstermiş sayılırdı. O,

Cebbar ve zalim olarak 400 yıl hükümet sürdü. Allah da onu tam 400 yıl azâb içinde yaşattı

ve ondan sonra canını aldı.

   Bakara sûresinin 258. âyeti münâsebetiyle tefsirlere girmiş olan Nemrûd'la ilgili bu

rivâyet “meskûtün anh” isrâîliyyata dair güzel birer örnektir. Bu gibi rivâyetlerde yapılması

gereken bunları aktarmamak ve bu gibi gereksiz rivâyetlerle meşgul olmamaktır.(son)