HZ. PEYGAMBER’İN VAHY OLUNAN ŞEYLERE UYMA MECBURİYETİ, ALLAH ADINA AYET UYDURMASININ VE ONA İSNADININ İMKÂNSIZLIĞI HAKKINDA

  • SUR YAPIIIIIII

Bir kısım ayetlerde esas itibarıyla Hz. Peygamber’in gelenekten getirdiği ya da şahsî olarak edinmiş olduğu bilgilere değil de vahiy yoluyla gelenlere uyması öğütlenmektedir. Bu durum aynı zamanda onun bilgisinin sınırlarını da belirlemektedir. Hz. Peygamber’in hayatının her anındaki davranışlarını vahye göre yaptığını söylemek Kur’ani temel açısından söz konusu değildir. Böyle bir durum aynı zamanda onun beşer Peygamber olarak içtihat yapma ve insanlara örnek olma bilgi yollarını da tıkayan bir husustur. Ancak Hz. Peygamber ya da peygamber sıfatını taşıyan bir kimsenin davranışlarının vahyi değerlere uyması da gerekli bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Aşağıda yer verilen ayetler bu hususa işaret etmektedir. 

“(Ey Muhammed!) Sana vahy olunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret…” 

“Ancak Allah’tan gelenleri tebliğ edebilirim ve onun vahiylerini açıklayabilirim...” 

“Sen Rabb’inden sana vahy olunana uy...” 

“Rabb’inden sana vahy olunana uy...” 

Bazı ayetlerde Hz. Peygamber, yapmış olduğu yanlışların kendi tasarrufları neticesi ortaya çıktığını, hidayet yoluna ise Allah’ın vahyi sayesinde eriştiği vurgulanmaktadır. 

“De ki: “Ben sapıtırsam, ancak kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayete ermişsem, bu da Rabb’imin bana vahy ettiği sayesindedir...”

“De ki: “Rabb’imden bana apaçık deliller gelince, Allah’ı bırakıp da taptıklarınıza tapmam bana yasaklandı ve bana, âlemlerin Rabb’ine teslim olmam emredildi.” 

Zikredilecek şu ayette de inkâr edenler Hz. Peygamber’den başka Kur’an getirme talebi yanında onu değiştirmeyi dahi istemektedirler. 

“Ayetlerimiz kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar, “Ya bize bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben ancak bana vahy olunana uyarım...” 

Sözü edilen ayetlerden şu gibi ana ilkelere gitmek mümkündür. Vahiy alan bir beşer olarak Hz. Peygamber’in, yapmış olduğu eylemlerinde sınırsız bir bilgi birikimiyle hareket etme özgürlüğünün olmadığı, peygamber de olsa insanlara uygulamalı olarak örnek olacağı davranışlarının da mutlaka vahyi temelle uygunluk arz etmesi gerektiği ifade edilmektedir. Kanaatimizce vahiy alınıp diğer insanlara tebliğ görevi yapılırken, vahyî olan şeylere uyma zorunluluğu, aynı zamanda Hz. Peygamber’in bilgisinin sınırlarının çerçevesini de belirlemektedir.

 

Hz. Peygamber’in bilgi sınırlarını belirleyen diğer bir ayette ise onun kendisine vahy edilen dışındaki her hangi bir bilgiyi vahiymiş gibi gösterme yetkisi ve gücünün olmadığı ifade edilmektedir. Rasulullah da dâhil bütün peygamberlerin Allah adına ayet uydurması ya da bunu ima etmesi imkânsızdır. Bu durumu şu ayet dile getirmektedir: 

“Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.” 

Bilindiği gibi ilk dönemde Mekkeli müşrikler ve daha sonraki dönemlerde ise Hristiyanlardan büyük bir kesim Kur’an’ın şair veya bir kâhin sözü olduğunu iddia ederek Hz. Peygamber’e gelen vahyi itibarsızlaştırmak amacıyla bu yalanı yaymaya çalışıyorlardı. Allah bu ayette yemin ifadesinden sonra Rasulullah’ın onu uydurup Allah’a isnat etmesinin imkânsız olduğunu, şayet o böyle bir şey yapmış olsaydı, şiddetli bir şekilde onun cezalandırılacağını ve hiç kimsenin bu cezadan Hz. Peygamber’i kurtarmasının da mümkün olamayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Rasulullahın ayet uydurmak gibi bir gücü ve görevi olmadığına göre, Kur’an’ın muhtevasına uygun olmayan bir söz söylemesi ve bir fiili gerçekleştirmesi de mümkün değildir.