DEİZM VE VAHİY

  • SUR YAPIIIIIII

Herkesin üzerinde ittifak ettiği bir "Deizm" tanımı yapmak mümkün değildir. Deizm XVII ve XVIII. yüzyıllarda İngiltere ve Fransa'da dini ve özellikle Hıristiyanlığı doğrulamak girişimi ile akıl-vahiy arasındaki uyumu kurmakla başlayan, ancak bir müddet sonra vahyin gereksiz olduğu sonucuna varan; aklın, dinin geçerliliğinin mihenk taşı, din ve ahlakın ise doğal olgular olduğu, ahlaki ve dini yaşam için gerekli rehberi doğada bulan insanın, geleneksel dine başvurmasına gerek kalmadığını öne süren dini ve felsefi bir anlayıştır. Deist ise Tanrı'nın dünyayı yarattığına, ancak bu ·yaratışından sonra herhangi bir müdahalede bulunmadığına, bir yaratıcıya inanmasına rağmen herhangi bir ilahi vahyi reddeden, ahlaksal ve dinsel açıdan doğru bir yaşamı, yalnızca insan aklının sunabileceğine inanan kimsedir.

Saf bir deizm anlayışının belirlenmesi kolay değildir. Çünkü deizmin, şüphecilik, özgür düşünce ve teslis karşıtlığı gibi düşüncelerin farklı formlarıyla etkileşim inde olduğu görülmektedir. Bu bağlamda deizmle şirke dayalı dinler arasındaki önemli benzerlikler tespit edilebilir. Böyle bir araştırma sonucunda deizmin doğurduğu dünya görüşü ile şirke dayalı dinlerin dünyevileşme konusunda ortak bir paydada buluştukları görülebilir.

Gerek deizm ile ilgili tanımlar gerekse deizm üzerine yapılan tartışmalar dikkate alındığında, esas itibariyle deizmin farklı formlarda kullanıldığı ve çeşitli aşamalardan geçmiş olduğu söylenebilir. Tanımlarda öne çıkan en önemli unsurun akla duyulan güçlü bir güven olduğunu görmek mümkündür. Bu güvenin arka planında ise Rönesans ve Reform süreciyle birlikte insan aklının hakikati sorgulamak ve anlamak adına hakem kılınmasıyla birlikte artık bu yetinin, gerçekleri bulmada olmazsa olmaz bir araç olduğuna inanılmasıdır. Bu sebeple vahiy gibi ilahi kökene dayalı bir olgunun da aklın ışığında yargılanması gerektiği savunulmuştur. Öne çıkan diğer bir temel yaklaşım ise din olgusunun insanda doğal olarak bulunduğu, bu sebeple doğal olan yollar dışında vahiy /peygamberlik gibi herhangi dışsal bir unsura ihtiyaç bulunmadığıdır. 

Hz. Peygamber'e amellerin en faziletlisi, hangisidir? diye sorulduğunda, "Allah ve Resulüne imandır. " cevabını vermiştir. O halde insanın kalbindeki iman cevherinin kaybetmesi en büyük kayıptır .  Allah'ın yeryüzünde halife kıldığı böylece varlıklar içerisinde şerefli bir konuma getirdiği insanın şeref ve haysiyetinin koruması, imanını korumasına\ bağlıdır. İman her türlü şüpheden uzak, saf ve katıksız bir şekilde kalplere yerleşmedikçe, hakiki bir inançtan bahsetmek mümkün olmaz. 

Hususi karakterler bakımından insanlar madenler gibi farklı yapılara sahip olsalar da genel yapı bakımından aynı fıtrata sahiptirler. İnsanlık tarihi boyunca her toplumda var olan hayatı yaşarken Allah'ın teklifi olarak sunduğu, peygamberlerin tebliğ ettiği ve yaşayarak gösterdiği yaşam biçimini, diğer bir ifade ile dinin bildirdiği ölçüler ve değerler sistemini kabul etmeyen deistlerin deist olma sebepleri ile Modern çağda ortaya çıkan deizm nedenleri farklıdır. Son söylediğimiz deizm özel bir durum olup sebepleri de özeldir. Fakat her iki deizm ile ortaya çıkan sonuç dünyevileşmedir. Her ikisinde de ahiret inancı ya tamamen inkâr edilmekte ya da etkisiz sıradan bir inanca dönüştürülmektedir. Yine her iki deist anlayışta Allah'ın aşkınlığına özel bir önem atfedilirken O'nun içkinliği, kullarıyla olan ilişkisi neredeyse yok sayılmakta, sadece darda kalındığında el açıp yalvarılan sıradan bir varlık konumuna getirilmektedir. 

*Bu yazı NEÜ AK İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. dr. İbrahim COŞKUN'un 2017 yıkında düzenlenen DİN KARŞITI ÇAĞDAŞ AKIMLAR VE DEIZM adlı seminerdeki sunumundan alıntılanmıştır.