ALLAHI YALANLAYANLAR

  • SUR YAPIIIIIII

Arapça deyn kökünden masdar veya isim olduğu kabul edilen din kelimesinin birçok tarifi olmakla birlikte genel kabul, kuran-ı kerimin ayetleri çerçevesinde anlaşılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de din kelimesi hem ulûhiyyeti hem de ubudiyyeti ifade etmektedir. Buna göre din, hâlik ve mâbud olan Allah’a nisbetle “hâkim olma, itaat altına alma, hesaba çekme, ceza-mükâfat verme”; mahlûk ve âbid olan kula nisbetle “boyun eğme, aczini anlama, teslim olma, ibadet etme”dir. Nihayetinde en dar anlamda din; bu iki taraf arasındaki münasebeti düzenleyen kanun, nizam ve yoldur.

   İnsanlık tarihi boyunca, insanı yoktan var eden kudret onu hiçbir vakit başıboş bırakmamıştır. Bu gerçek kıyamet suresi 36. ayette İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder şeklinde anlatılmıştır. Çünkü insan başıboş bırakılacak kadar değersiz bir varlık değildir. İnsan bünyesinde iyilik ve kötülük barındıran ve meleklerin bile, kıymeti karşısında secde ettiği bir varlıktır. İşte bu kadar kıymetli olan varlık için, yeryüzü serüvenine başladıktan sonra, aralarından Yaratanı ile irtibatı sağlayacak peygamberler seçilmiştir. Aralarından seçilen insanlar aracılığı ile Allah-u Teâlâ diğer insanlara varoluş gayelerini ve kendilerini bekleyen akıbet hakkında herkesin anlaması adına farklı farklı örnekler üzerinden uyarılarda bulunmuştur. Bu hakikat zümer suresi 27. ayetinde Andolsun, öğüt alsınlar diye biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali verdik buyrulurken,  kehf suresi 54 ayetinde ise Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık şeklinde buyrulmaktadır.

   Yukarıdaki ve benzeri ayetlerden hareketle Allah-u Teâlâ yarattığı insanlar içinde gerçeği arama ve kabul etme noktasında samimi olan insanların doğruyu bulma noktasında kendi üzerine düşen yükümlülükleri yaptığını çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz.  Bu noktadan sonra sorumluluk artık insana aittir. Kişi artık iki tercih arasında birini seçmek zorundadır.  Ya teslim olacak ya da, kendi hevasını tatmin etmek adına kendince haklı gördüğü sebeplerin arkasına saklanıp isyan yolunu seçecektir. Bunun en güzel örneğini Âdem (as) yaratılışını anlatan olaylarda görmek mümkündür. İnsanın yaratılışı esnasında Allah-u Teâlâ’nın o kadar ikna edici delillerine rağmen iblis heva ve hevesine yenilince, yanlışını kabul etmek yerine isyan yolunu tutmuştur.

   Tarih boyunca başta peygamberler olmak üzere, tüm davetçiler bu tavır ve düşünce ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Nasıl ki iblis tüm gerçeği bilmesine rağmen, sırf inadından isyan etmeyi seçti ise. İnsanlık tarihi boyunca Allahın emrine muhalefet eden herkes aynı şekilde bilinçli bir şekilde bu yolu seçmiştir. Bundan dolayı bir insanın inkâr veya kabul etmemelerinin sebebi bilgisizlik değildir. Allahın emirlerini yapmamak veya kabul etmemek bilinçli bir eylemdir. Çünkü iman, inkâr ve ret ancak bir bilginin varlığı ile olur.  İtiraz veya kabul etmemek için, karşı görüşün batıl olduğuna inanılan bir ilme veya bilgiye sahip olma zorunluluğu vardır.

  İblis nasıl ki Âdem’e secde etmemekle aslında bilinçli bir şekilde Allah (cc) isyan ettiyse, Allahın emirlerinden uzak duran veya İnkâr eden de aynı şekilde bilinçli bir tercih yapmıştır. Kuran-ı kerimde Allah-u Teâlâ kendisini yalanlayan, kabul etmeyen, islamı yaşamaya yanaşmayan kişilerden dolayı üzülen resulüne ve onun şahsında tüm davetçilere Ey Muhammed! (Anlatanlar/Tebliğciler) Biz çok iyi biliyoruz ki söyledikleri elbette seni incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar (Dinin emirlerini seninle gönderen Allah-ı yalanlıyorlar); FAKAT O ZALİMLER ALLAH'IN AYETLERİNİ BİLE BİLE İNKÂR EDİYORLAR(BİLE BİLE KABUL ETMİYORLAR).