SAFLARI DÜZELTİN-SIK TUTUN HADİSİ ÜZERİNE-1

  • SUR YAPIIIIIII

   Arapça cem‘ kökünden türeyen, “toplayan, bir araya getiren” anlamındaki câmi‘ kelimesi, başlangıçta sadece cuma namazı kılınan büyük mescitler için kullanılan el-mescidü’l-câmi‘ (cemaati toplayan mescit) tamlamasının kısaltılmış şeklidir.  Mescit, ise Arapçada “eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak” manasına gelen sücûd kökünden “secde edilen yer” anlamında bir mekân ismidir. Zamanla namaz kılınan küçük mekânlar için mescid. Büyük mekânlar içinde camii denmiştir. Camiler mescitler Müslümanların hem ibadet alanı hem de bir araya geldikleri yer olması hasebiyle çok büyük bir öneme sahiptir. Mescitler ve camiler konusunda birçok hadisi şerif vardır. Bu hadisi şeriflerden biriside Buhârî, Ezân 71; Müslim, Salât 127 bölümünde geçen  "Saflarınızı düzeltiniz, yoksa Allah Teâlâ'nın aranıza düşmanlık sokacağını iyi biliniz" Hadisi şerifidir. Birçok hadisi şerif gibi, bu hadisi şerifte söylendiği ortam veya sebebi nüzul göz ardı edildiği için farklı yorumlama ve anlamalardan kurtulamamıştır.

   Bu farklı anlamaların bir yansıması olarak, bu hadisi şerif askeri düzen mantığıyla anlaşıldığı için, hoca efendi bir komutan edasıyla arkasına dönerek ey cemaat safları sık tutun ki Allahın rahmeti bereketi üzerinize olsun der ve bu komut üzerine cemaat ikiye ayrılır. Bir kısmı komuta uyarak omuz omuza saf tutarken, bir kısmı da yanaşık düzenden hoşlanmadığı için bildiğini okur. Lakin tüm bu askeri anlayışın getirdiği disiplin kurallarına rağmen camilerde istenilen toplum bilinci yakalanamamıştır.

   Biz bugün inşallah yukarıdaki hadisi şerifi varsa destekleyen ayetlerle birlikte gerek nüzul sebebi gerekse söylendiği toplumun yapısı göz önünde bulundurarak gücümüz oranında, o zamanki insanlara ne mesaj verildiğini ve o insanların bu mesaj karşısında ne anladıkları ve nasıl davrandığını irdelemeye çalışacağız. Allah resulünün söylediği sözün daha iyi anlaşılabilmesi için. İlk önce hadisi şerifin söylendiği zamandaki, gerek Dünyada gerekse Arap yarımadasında geçerli olan, o günün sosyo-kültürel yapısına değinmemiz gerekecek.

   Allah resulü zamanında; başta Dünya olmak üzere, Arap toplumu da özgürler, esirler ve mevali olmak üzere üç sınıfa bölünmüştü. Özgür olanlar aile topluluğunun veya kabilenin ortak adını taşıyan, aynı haklara sahip kimselerdi. Bunlar birlikte göç eder, savaşlara gider, her konuda ortak ve eşit bir yaşantı sürerlerdi. Esirler ise, köleler ve cariyelerden oluşurdu. Köleler veya cariyeler, ya savaşlar ya da bakınlar sonucu esirlerden oluşurdu. Cahiliye çağında köle ve cariyeler, mal ve eşya gibi alınıp satılır, miras yoluyla bir kimseden ötekine geçer, hediye edilir veya gelin mihri olarak verilirdi. Bir köle veya cariye sahibi onları istediği gibi, kayıtsız şartsız her türlü muameleye tâbi tutabilirdi. Bundan dolayı da hiç kimseye sorumlu olmazdı.

   Mevaliler ise, köle ile özgürler arasında orta bir sınıftı. Genel olarak azat edilmiş köleler veya cariyelerden oluşurdu. Herhangi bir köle azat edildiğinde mevali olurdu. Artık o kabilenin bir üyesi kabul edilir, akraba niteliğini kazanırdı. Mevaliler köleler gibi alınıp satılamazdı ama özgürlerin sahip olduğu hakların birçoğundan da mahrum bırakılırdı.

   Yukarıdaki hadisi şerif Köle veya cariyelere son derece merhametsizce davranılan, kendilerin hayvanlardan daha aşağı tutulduğu mevalilerin ise yarı insan sayıldığı bir toplum içerisinde söylenmiş bir sözdür. Yazımızın ikinci bölümünde, O zamanki toplumu oluşturan bu değer yargılarını göz önünde bulundurarak, hadisi şerifin o topluma ve bize verdiği mesajı irdelemeye çalışacağız.