HZ. MUHAMMED’İN (SAV) BAZI İLETİŞİM İLKELERİ-3

  • SUR YAPIIIIIII

Doç. Dr. Yusuf MACİT’İN Peygamber efendimizin insanlarla olan iletişimini çok güzel bir şekilde anlattığı 2004 yılında on dokuz mayıs ilahiyat fakültesi dergisinin 16. Sayısında yayınlanan HZ. MUHAMMED’İN BAZI İLETİŞİM İLKELERİ adlı tezinden alıntılara üçüncü bölümüyle devam ediyoruz.

3-Toplumun Özelliklerini Dikkate Alması

   Hz. Muhammed, peygamberlik görevini, insan insana olduğu kadar, kitlelere karşı da sürdürmekteydi. Bunun için toplumun mesajını iyi algılanabilmesi ve etkileşim sağlayabilmesi için, iletişimde taraf olan kişilerin yaşantıları, bilgi düzeyleri, inançları, temel değer ve tutumları, o anki ruhsal özellikleri ve psikolojisini de göz önünde bulundurmaktaydı. Ayrıca, Hz. Peygamberin de farklı farklı muhatapları olmuştur. Onlardan bazıları, kendisini görebilmekte, dinleyebilmekte, günlük hayatı onunla paylaşıp, sürekli onunla etkileşim içinde bulunabilmekteydi. Bazıları ise, bu kadar canlı bir iletişim içinde bulunamazken, diğer bazıları da, daha sonradan inananlara katılmış veya sonradan gelmiş nesiller içinde bulunacaklardı. Dolayısıyla Hz. Muhammed, peygamberlik misyonu gereği toplumu oluşturan fertlerin bireysel özellikleri kadar, toplum psikolojisini de çeşitli iletişim yöntemlerini kullanırken göz önünde bulundurmuştur.

   Bütün insanlığa örnek bir Peygamber olarak gönderilen Hz. Muhammed, beşeriyetin paylaştığı dünyanın belirli bir bölgesinde, hem de çok dar bir bölgede yaşamış ve Peygamberlik süresi içinde bu bölgedeki iki şehirden başka yerlerde uzun süre kalmamıştır. Getirdiği dinin ilke ve esasları evrensel olsa da, bunların ilk pratiğini burada bulunan az sayıdaki insanla beraber yaşamıştır. Ayrıca getirdiği din, dünya durdukça devam etse bile o, tarihin belli bir döneminde, zamanın belli bir diliminde yaşamış ve belirli bir süre sonra hayata veda etmiştir. Bu sebeple o, bütün insanlığı ilgilendiren evrensel ilke ve esasları ilan ederken, içinde yaşadığı toplumdan kopmamış, aksine toplumun özelliklerini her zaman dikkate almıştır.

    Örneğin o, yerken, içerken, giyinirken yaşadığı bölgenin şartlarına göre hareket etmiştir. Yine o, konuşurken, hutbe irat ederken, kendisini dinleyen ilk muhataplarının yeteneklerini sürekli gözetmiş, örneklerini, muhataplarının yaşadığı ve iyi bildiği bir dünyadan seçmiştir. Hayvanlardan deve, bitkilerden hurma onun başlıca örneklerini teşkil etmiştir. Onun çevresindeki insanların bir kısmını medeniler, bir kısmını bedeviler oluşturmuştur. Bu sebeple Hz. Muhammed, bütün çağları ve bütün insanlığı kapsayacak mesajlarını iletirken, özellikle ilk muhataplarının akıl ve düşüncelerine, algı ve kabiliyetlerine göre iletişimde bulunmak gibi, oldukça zor bir sorumluluğun bilinci içinde hareket etmiştir.

   Hz. Peygamber, Kâbe’yi yıkıp Hz. İbrahim'in attığı temeller üzerine yeniden inşa etmek istediği halde, toplumun muhtemel tepkisini düşünerek bundan vazgeçtiği anlaşılmaktadır.

Hz. Peygamber, iletişimine hedef olan insanların ve aynı zamanda kendileriyle birlikte yaşadığı toplumun bilgi düzeyini ve algılama yeteneğini de devamlı göz önünde bulundurmuştur. Buna ilişkin örneği onun: "Biz ümmi (okur-yazar olmayan) bir topluluğuz; hesap kitap bilmeyiz. Ay böyledir, böyledir ve böyledir, (bu sırada iki elini bütün parmaklarıyla iki sefer çırpmış, üçüncü çırpışta sağ başparmağını yummuştu)" sözünde görmekteyiz. Burada o, ramazan ayının tespitinde o günün şartlarına göre oldukça zor olan matematiksel hesabı değil de, ayın görülmesini esas alarak, insanların algı, bilgi ve kültür seviyelerine göre tutum belirlemiştir.

   Hz. Peygamber bir defasında da Allah'a yakınlaşma düşüncesiyle yaptığı bir işi, daha sonra kendisini örnek alacak topluluklara sıkıntı vereceği düşüncesiyle yapmamış olmayı dilemiş, toplumun temel değerleri sebebiyle taşıdığı endişeyi, "Ben bugün Kâbe’nin içine girdim, ama sonradan da, bunu yapmamış olmayı istedim. Çünkü benden sonra ümmetimi yormuş olmaktan korkuyorum" sözleriyle dile getirmiştir. Nitekim günümüzde özellikle hac mevsiminde, Kâbe’nin bir köşesinde yer alan siyah taş, "Hacer-i Esved"i öpebilmek için - şart olmadığı halde - insanlar sürekli izdiham oluşturmaktadırlar. Öyle anlaşılıyor ki, şayet bu öpme, dini bir gereklilik olsaydı, onu gerçekleştirme pahasına insanlar birbirlerini ezebilir ve izdihamdan ölebilirlerdi. (3. Bölüm sonu)