Türk Dili Derneği Başkanı Gökbey Uluç, yabancı uyruklu milyonlarca vatandaşa ev sahipliği yaptığı için Türkçe’nin yanı sıra İngilizce, Rusça, Arapça başta olmak üzere birçok dilde tabela kullanımının oldukça yoğun olduğu lokasyonlar arasında yerini alan Antalya’yı değerlendirdi.
Yürütülen faaliyetlerin dilimize zarar verdiğini açıkça dile getiren Uluç, “Antalya gibi ayrı ayrı ulusların sıkça yaşadığı büyük illerimizde söz konusu durumun yaygın olduğunu görmek, işin özünde ülke olarak iktisadî ve siyasî yönden kendimizi geliştirmemiz gerektiğinin bir göstergesidir” dedi.
BİZ SORDUK BAŞKAN ULUÇ YANITLADI
Türk dilinin önemini merkezine alarak Akdeniz’de Yeniyüzyıl Gazetesi’nin sorularını yanıtlayan Türk Dili Derneği Başkanı Gökbey Uluç; yürütülen iktisadi ve siyasi politikaları, yabancı dilin markalar üzerindeki etkisini, Türkçe’nin diller arasındaki konumunu, Türk halkının Türk diline olan yaklaşımını, Arap Dili’nin dilimiz üzerindeki etkilerini, Araplaşma sorununu, farklı illerde hizmet veren belediyelerin yabancı tabela sorununa ilişkin çözüm odaklı faaliyetlerini, Türkçe’ye doğrudan ya da dolaylı olarak katkıları bulunan faaliyetleri, tarih sayfalarında sıklıkla karşımıza çıkan ‘dili asimile etmek’ kavramının etkilerini, yabancı bireylere Türkçe öğretimi konusunu, Türk dilinin daha yüksek bir ivme kazanması için ülkenin saygın konumunda yer alan meslek erbaplarından beklentilerini kapsamlı şekilde ele aldı.
Kozmopolit yapıdaki Antalya, yerli ve yabancı birçok ise ev sahipliği yaptığı için yabancı dilde tabela kullanımı oldukça yoğun bir şehir. ‘Gereklilik’ adı altında yürütülen bu uygulamaların dilimize zarar verdiğini düşünüyor musunuz?
“Dilimizde bozulmalar yaşandığı açıktır. Birçok gerekçesi olsa da temelde gerçek nedeni iktisadî ve siyasî durumumuzdur. Çünkü güçlü bir ülke, kendisinden daha az eğitimli ve daha az gelirli ülkelerin gözdesidir. Dolayısıyla bugün dükkânına İngilizce ya da Rusça, Arapça bir ad verdiğinde büyük kazançlar elde edeceğini düşünenlerimiz çoktur. Kendi geliştirdiği ürüne Türkçe bir ad vermeye utananlar da az değildir. Benzeri biçimde baskın yabancı dilin yeni bir kavrama önerdiği sözcüğe, ana dilden karşılık bulmak çoğu kez gereksiz karşılanır, bulana da gülünür. Kişiler, kendilerinde gördükleri iktisadî ve siyasî erkin eksikliğini baskın dile özenerek gidermeye çalışırlar. Bu da yabancı dilin tümce yapısını, dil özelliklerini en kolayı da sözcüklerini ana dillerine almakla olur. Bunun en acı örneğini ne yazık ki plazalarda kullanılan dilde görmekteyiz. Bu bakımdan bu durumun dilimize zarar verdiğini açıkça dile getirebilirim. Antalya gibi ayrı ayrı ulusların sıkça yaşadığı büyük illerimizde bu söz konusu durumun yaygın olduğunu görmek, işin özünde ülke olarak iktisadî ve siyasî yönden kendimizi geliştirmemiz gerektiğinin bir göstergesidir. Yabancı marka adı seçmeyi ya da yabancı dilde tabela asmanın kötücül getirilerini bu bakımdan salt yurttaşlar üzerine yıkmayı doğru bulmuyorum. Dilimize zarar veren bu durumu bir suç olarak tanımlarsak bu suça hem yönetim hem de yurttaş olarak iki tarafı da eklemeliyiz. İki yanın da kendi çapında eksiklikleri vardır.”
“Bir ülkeye gitmeden önce genellikle o ülkenin dilinin öğrenilmesi tavsiye edilir. Fakat gözlemliyoruz ki aynı durum ülkemiz için geçerli değil. İngilizce hala evrensel dil. Bugün bir Türk vatandaş, İngilizce bilmiyorsa kendi ülkesinde bile tercih edilen bireyler arasında yerini alamıyor. Bu fikre katılıyor musunuz? Katılıyorsanız çözüm noktasında nasıl bir yöntem tercih edilmelidir?”
“Türkçe’nin özgücü (potansiyeli) üzerine birçok yabancı dilbilimci övgüler dizmiştir. Bunu özellikle belirtiyorum ki kendi kendimize gelin güvey olmadığımızı vurgulayabilelim. Bu bakımdan Türkçenin gerek yazın gerek de bilim dili olarak işlenebileceği bir gerçektir ancak geçmişte yapılan yanlışlardan dolayı Türkçe bugün hak ettiği yerde değildir. Söz konusu bu yanlışların başında Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde devlet dili olarak görülmeyip Türkçe yerine Farsça ve Arapçanın yeğlenmiş olmasıdır. Bu bin yıllık sürede Türkçe başat dil olarak kullanılsaydı Selçuklu ve Osmanlıların etki gücü (iktisadî ve siyasî gücü) göz önüne alındığında günümüzdeki konumu çok farklı olacaktı. Dillerin uluslararası düzeydeki konumu biraz da o dili konuşanların iktisadî ve siyasî gücüyle ilişkilidir. Biz bu durumu az önce belirttiğim gibi kendi lehimize değerlendiremedik. Ancak geçmişte yaygın olan Fransızcanın yerini bugün İngilizce almış olsa da gelecekte Çince’nin bu tahtı sallaması işten bile değildir. Dolayısıyla dünya dilleri arasındaki yerimiz şimdilik ortalarda bir yerde, kendi yağında kavrulur bir durumdadır, diyebiliriz. Buraya dek iyimser yanıt verdim oysa üzülerek belirtmem gereken bir durum bizim ülkece yaşadığımız iktisadî ve siyasî sorunlarımızın toplum tabanının bilinçaltında yetersizlik duygusunun çıkmasına neden olmasıdır. İşte bu yetersizlik duygusu, elde var olan değerlerin bile göz ardı edilmesine yol açmıştır. Konumuz gereği bu değerlerden biri de dilimiz Türkçedir. Kendi öz saygımızı çok çok aşağıya çektiğimiz için dışarıdan birilerinin bu düzeye erişmesi güç olmuyor. Başkalarından saygı görmek için öncelikle kendimize olan saygımızı yükseltmemiz gerekir. Kişi, kendine saygı duymuyorsa başkası niçin duysun? Dolayısıyla Türkler kendi dillerini hor görüyorsa yabancılar neden el üstünde tutsun ki? Neden öğrenme gereği duysun ki? İngilizce soru sorduğunda İngilizce yanıt alacaksa bir İngiliz, neden Türkçe öğrenme zahmetine katlansın ki?”
Günümüzde İngilizce yerini farklı dillere bırakmaya başladı. Özellikle eleman arayan noktalarda ‘Arapça bilen eleman aranıyor’ yazılarının ağırlıklı hale geldiğini gözlemledik. Gittikçe Araplaştığımız fikrine katılıyor musunuz?
“İngilizce’nin yerini farklı dillere bıraktığı düşüncesini ülkemizle kısıtlarsak biraz doğru olur. Çünkü ülkemizdeki sığınmacı sayısını göz önüne aldığımızda yeni beklentilerin, yeni dil isteklerinin doğduğu açıktır. Ticarî kurumlar müşterilerine onların kendi dilleriyle ulaşıp kazançlarını artırmak istemeleri Arapça ya da Rusça gibi dillerin bilinmesi gereksinimi doğurmuş görünüyor. Öte yandan İngilizce bilip iş arayanların karşıdaşlarıyla (rakipleriyle) ayrışması, elemeden geçmesi için bir dil daha bilmesi beklentisi de bunda etkilidir. İş başvurusunda bulunup bir dil bilen bir işçi yerine iki, üç dil bilen işçi doğal olarak yeğlenir. Çok dil bilen ulusların günümüzdeki durumları da değerlendirilmeye alındığında bu toplulukların bir sömürge ülkesi olduğu oracıkta belli olur. Bunlara ek olarak Araplaşma konusuna katılıyorum ancak bu Araplaşma konusu biraz siyasî bir durum olduğu için ayrıntısına girmeyeceğim. Çünkü günümüzdeki dilimiz için Araplaşma sürecinden söz edemeyiz. Var olan Arapça sözcükler yüz yıllar öncesinden dilimize girdiği için günümüzün değil geçmişteki atalarımızın Araplaşma sorunuydu. Günümüzde birçok Arapça, Farsça sözcüğü dilimizden arındırdık. Batı dilleri için de bundan söz edebiliriz. Gönlümden geçen tüm sözcüklerin ana dilimizden olmasıdır ancak özleştirmeye girip konumuzdan uzaklaşmadan vurgulamak isterim ki günümüzde Arap diline eğilim olsa da Arapçanın Türkçe üzerindeki etkisinden söz etmek yersiz olur. Bu tehlikeyi İngilizce başta olmak üzere batı dilleri için söyleyebiliriz.”
İzmir’de, Arapça tabelalar kaldırıldı. Aynı uygulamaların Antalya’da da olabileceğine inanıyor musunuz?
“İnanmak isterim. Birkaç belediyede benzer yasaklamalar daha oldu. Dileğimiz yaygınlaşmasından yanadır. Bizler Türk Dili Derneği olarak 2015’te bir imza kampanyası düzenlemiş; İstanbul, Aydın, Karabük gibi farklı illerimizde masa kurarak ıslak imza toplamış, genel ağ üzerinden çevrim içi sanal imzayla bu katılımı arttırmış ve TBMM’ye yasa önerisinde bulunmuştuk. Bu önerimizde yabancı kökenli sözcüklerle tabela asan kurumların daha yüksek vergi ödemesini ve bunun da yerli esnaflarda caydırıcılığı sağlayacağını ummuştuk. Doğal olarak yurt dışı kaynaklı (merkezli) markalar için uygulanmayacaktı. Sonraki yıllarda birkaç kez farklı siyasî partilerce bu konu gündeme gelse de ulusal çapta uygulanacak türde bir yasa olmadı. Oysa bir Türk işletmesi örneğin sonu ‘home’ ile biten bir yer açıyor ve Türk müşterilerinin bununla satışı artıracağını umuyor. Daha da ilginci şudur: Bizler dernek olarak yabancı kökenli bir sözcüğe Türkçe bir ad önerisi getirdiğimizde bunun toplumda karşılık bulmayacağı ve anlaşılmayacağı söylenir. Oysa karşı çıkan bu kişiler tüm toplum İngilizce bilip anlıyormuşçasına iş yerlerini İngilizce sözcüklerle donatmaktan geri kalmazlar. Hele günümüzdeki ‘cafe’lerin içinde Türkçe yazan bir tasarıma denk gelmek neredeyse olanaksızdır. Bütünüyle Türklere çalışan bir işletme için de ne yazık ki durum böyle. Dolayısıyla Antalya’da da gerek Arapça gerek de İngilizce gibi yabancı kökenli tabelalar konusunda bir çalışma başlatılmasını çok önemli buluyorum.”
Türkçenin etkin, yabancılar tarafından öğrenilen ve sıklıkla tercih edilen bir dil olması için bugüne kadar yapılan tüm çalışmaları yeterli buluyor musunuz? Bulmuyorsanız, hangi hususların gözden kaçırıldığını düşünüyorsunuz?
“Bu konuyu tümüyle iktisadî ve siyasî gücümüze bağlıyorum. Bir dili öne çıkaran onun olanakları, sunduğu koşulları ve işlevsel yapısı değil, tümüyle ana dili olarak konuşan üyelerinin (resmî dil olan ülkelerinin) ekonomik yönden güçlü olmasına, doğal olarak da siyasî yönden öbür ülkelere karşı baskın olmasından kaynaklanır. Bu bakımdan Türkçe’yi suçlamak, sözüm ona çok zor bir dil olduğunu söylemek, bilim dili olamayacağını savlamak ya da yetersiz olduğunu, lastik gibi çekildiği yere gittiğini dile getirmek haksızlık olur. Çünkü Türkiye’nin de kendine göre güçlü olduğu, bir adım önde bulunduğu ülkeleri değerlendirdiğimizde bu ülkelerde Türkçe’nin bir saygınlığı olduğunu görebiliriz. Özellikle son yıllarda yurt dışına sattığımız dizilerimizin bu bakımdan çok büyük önemi bulunmaktadır. Dizi içeriklerini kendi adıma onaylamasam da Türkçe için katkılarını da göz ardı edemem. Dilimizin dünya çapında bilinip tanınması, öğrenilip konuşulmasında sinema, film, dizi ve betik gibi sanat yapıtlarının önemi büyüktür. Şu aşamada bu yapıtlara arka çıkılması gözden kaçırılmaması gereken bir durumdur.”
Bir millete zarar vermenin sadece savaş yolu ile olmayacağını asırlar boyu tarih sahnelerinde gözlemledik. Dili, dini, ırkı asimile etme yönteminin doğrudan değil ancak dolaylı yolla da olsa günümüzde hala etkili olduğu kanaatinde misiniz?
“Dili değişen toplulukların bir süre sonra yeni konuştukları dilin etkisinde düşünce yapıları, ulus değerleri ve gelenekleri de değişmektedir. Sömürge olan topluluk ve ulusların başına gelenler bu yönden örnek gösterilebilir. Bu konuda kendimden bir örnek vermek isterim. Azerbaycan’da bulunduğum sürede Azerbaycanlı yaşıtlarımızın güldüğü konularla biz Türkiye Türkleri’nin gülüp eğlendiği konular arasında ayrım olduğunu gözlemlemiştim. Bize gülünç gelen durumları olağan karşılıyorlarken bizlerin olağan karşıladığı durumlara da onlar gülüyorlardı. Bu durumu sonrasında şöyle değerlendirdim: Bizler Türkiye’de Amerikanvari film ve çizgi filmlerle büyürken Azerbaycanlı soydaşlarımız Rusya üzerinden gelen yayınlarla büyüdüler. Bu da iki ayrı dünya görüşünün aynı kanı taşıyan iki ayrı toplulukta kendini açıkça belli eden bir örnek olarak önümüzde duruyor. Bu yüzden sorunuza yanıtım evettir, aynı kanıdayım.”
Yabancı bireylere Türkçe öğretimi yapan eğitim merkezlerini yeterli buluyor musunuz? Sizce bu konuda başka hangi faaliyetler yürütülebilir?
“Burada sözü edilen yabancıların kim olduğu önemlidir. Geleneksel anlamda bildiğimiz türden yabancılar ise özellikle TÖMER’ler bu konuda örnek işler sergilemektedirler. Yok, ülkeye sığınmacı olarak gelen Suriyeli, Afgan, Ukraynalı veya Ruslardan söz ediliyorsa büyük bir açık olduğu hepimizin bilgisindedir. Türkçe bilmemesine karşın yurttaşlık alanların varlığı ise bu konudaki eksiklik düzeyimizin korkunç boyutlarını gösterir. Özetle var olan dil eğitimini yeterli buluyorum ancak sığınmacıların önümüzdeki yıllarda ülkelerine döneceklerini göz önünde bulundurursak ayrıca bir iş yükü altına girilmesine ya da bu konu için bir bütçe ayrılmasına gerek olmadığını düşünüyorum.”
Türk akademisyenlerin, yazarların, toplum bilimcilerin çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce hangi çalışmaların altında imzalarının bulunması dilimiz açısından etkili olacaktır?
“Dil, kullanıldıkça yaşar. Dolayısıyla gerek korunması gerek de geliştirilmesi için başat koşul onun her alanda kullanılmasıdır. Bu bakımdan Türk Dil Kurumu’nun 1980’lere dek özleştirme akımı çerçevesinde yaptığı çalışmalarla dilimiz üstündeki ölü toprağını atıp yeniden yükselişe geçmiştir. Bugün birçok bilim dalında Türkçe kendine yetecek durumdadır. Gönül isterdi ki tüm bilim dallarını kapsayacak biçimde konuşalım ancak özleştirme akımına ara verildiği için günümüzün çağdaş birçok terimi olduğu gibi ödünçleniyor, üzerinde hiç durulmuyor. Oysa bugün özellikle matematik ve bilgisayar alanında Türkçe terim sayısı önemli ölçüdedir. Bunlar da özleştirmenin doğru sonuçlarını gösteren örneklerdir. Buradan yola çıkarak akademisyenlerin, yazarların ve toplumbilimcilerin özleştirme akımını yeniden gündemlerine almasıyla koruma ve geliştirmenin sağlanabileceği kanısındayım.”
Haber: Duygu TEKİN
27.07.2023 16:13:18